HZ. MEVLÂNA’DA PEYGAMBER SEVGİSİ *

Emk. Alb. Şefik CAN

 

Bu konu insanın tuhafına gidebilir. Yalnız Mevlâna değil bütün veliler ve bütün Müminler elbette alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimizi severler. Hatta sadece kendi Peygamberimizi değil bütün peygamberleri severler, onlara saygı gösterirler. Nitekim vaktiyle Viyana Muhasarasında Müslüman olan papaz Hz. İsa’ya küfrettiği için öldürüldü. Bizler Kur’ân-ı Kerim’de beyan buyurulduğu üzere bazılarını üstün görmekle beraber, vazifeleri bakımından bütün peygamberleri birbirlerinden farklı görmeyiz. Görmeyiz ama, elbette kendi Peygamberimizi daha çok severiz. Hatta yalnız biz değil, çeşitli milletlerin yetiştirdiği hakikati seven bilginler, medeniyet ve uygarlık tarihinde iz bırakan büyük insanları sayarken, Hz. Muhammed’i ihmal etmezler.

 

Senelerce evvel İstanbul Üniversitesinde “Kölelik ve Köleliğin Tarihi” konusu üzerinde konferans vermek için davet edilen Cambridge Üniversitesi profesörlerinden biri aynen şöyle söylemişti: “Bütün dünyada kölelik resmen kaldırılıncaya kadar (1815’te Viyana Bildirisi ile) hiçbir filozof, hiçbir mütefekkir, hatta hiçbir peygamber Hz. Muhammed kadar kölelerin de insan olduğunu, onların da hür insanlar gibi yaşama hakkı bulunduğunu söylememiştir. Aristo’nun, Eflatun’un eserlerinde köleleri insan sayma fikri yoktur. Onların hür insanlara hizmet etmeleri için iri kemikli yaratıldıklarından bahsedilir.” Peygamber Efendimiz: “Kölelerinize de kendi yediklerinizden yediriniz. Onlar da insandır” buyurmuştur. Hz. Ömer’in deveye kölesiyle nöbetleşe binmesi bu konuya güzel bir örnektir. Köle azad etmek en büyük sevap sayılmıştır. Bugün bütün dünyada insan hakları en başta gelen bir problem sayılmaktadır. 15 asır önce Peygamber Efendimiz bu mesele ile meşgul olmuştur. Bu yüzdendir ki Müslüman olmadıkları halde hakkı, hakikati seven İngiliz mütefekkiri Carlyle, Alman şairi Goethe gibi büyük insanlar Hz. Muhammed’e gönül vermişlerdir. İnsan olarak Hz. Muhammed’e karşı duydukları hayranlığı eserlerinde belirtmişlerdir. Michael H. Hart’ın yazdığı ve Sabah gazetesinin bir iki sene önce yayınladığı “En Etkin 100” adlı kitapta insanlık tarihinin en etkili kişisi olarak en başta, l numarada Hz. İsa’ya yahut Karl Marx’a değil Hz. Muhammed’e yer vermiştir.

 

Başka milletlerin en büyük insan olarak hayran oldukları Hz. Muhammed’i bizler, O’nun getirdiği dine bağlı olduğumuz için daha çok severiz. Bu yüzdendir ki, asırlardan beri gelen İslâm şairlerinin Peygamber Efendimiz hakkında yazdıkları na’tler ciltler doldurur. Peygamber sevgisine dair Buharî-i Şerifteki bir hadiste “Her ümmet kendi peygamberini daha çok sever.” diye buyurulmaktadır.

 

 

Şu hâlde Hz. Mevlâna’da peygamber sevgisi ne demek?

Devamını Oku

HZ. MEVLÂNÂ’NIN DİLİNDEN ŞEMS-Î TEBRÎZ-Î VE AŞK

H. Nur Artıran 

 

Kur’ân-ı Kerîm’de “Ahsenü’l-kasas” olarak vasıflandırılan Hz.Yusûf ile Züleyha’nın aşkından sonra, insânlık âlemini en çok cezbeden öyle bir aşk var ki; o’da Hz.Şems-î Tebrîz-î ile Hz.Mevlânâ’nın bir birlerine duymuş oldukları ilâhi muhabbettir.

 

Bu öyle bir aşktır ki; hâlâ dalında açılmamış gonca kadar tâze, semâdan yer yüzüne düşen  Hây  sırrı gibi canlı ve berrak, aldığımız nefes kadar bize bizden daha yakın. Hz. Mevlânâ bu ilâhi aşk için bir gazelinde şöyle der:

 

Bu öyle bir nûrlu aşk ağacıdır ki; Gövdesi yoktur. Dalları ezelde, kökleri ebededir. Bu aşk ağacı ne arşa dayanır, nede yeryüzüne. (1)

Bu öyle bir aşktır ki, yer yüzüne böyle bir aşk hiç gelmedi. Bundan sonra bir daha da hiç gelmeyecektir. (2)

 

Yüz yıllardan beri bu ilâhi dostluk için, âlimi de, câhili de, irfân sahibi kâmili de, herkes kendi hilkâtine ve ilmine uygun olarak birçok şey söyledi, yazdı çizdi. Asırlardır doğru yanlış nice yorumlar yapıldı. Bunların tümünü gayet tabîî karşılamakla birlikte bendeniz ısrarla üzerinde durulan bazı konuları bi-zâtihi Hz. Mevlânâ’nın kendi beyitleri ve bakış açısıyla yüksek huzûrlarınızda bir kez daha dile getirmek istiyorum. Bilindiği üzere; kimilerine göre Hz. Şems-î Tebrîz-î ma’şûk, Hz. Mevlânâ’da âşık. Kimilerine göre ise; Hz. Şems-î Tebrîz-î şeyh, Hz. Mevlânâ’da mürîd. Hz. Mevlânâ’ya göre ise; gövdesi olmayan, dalları ezelde, kökleri ise ebede, bulunan bu ilâhi aşkta, bizlerin yüzeysel anlayışı ölçüsünde ne âşık vardır ne ma’şûk, ne şeyh vardır, ne mürîd. Bu aşk üzerine söylenmiş bazı sözler sûretâ kabul edilebilir olsa da, bâtınını ancak; Şems-î Tebrîz-î ile Hz. Mevlânâ’nın bâtnında yok olanlar, o aşk ateşiyle yanıp yakılıp kül olanlar bilir.

Devamını Oku

HZ. MEVLÂNÂ’YI ANLAMAK

H. NUR ARTIRAN

 

Hz.Mevlânâ ve benzeri büyük mütefekkir ve mutasavvıflar  mânâlarıyla dünyamızı aydınlatan  çok büyük mânevi güneşlerdir. Bizler ise onlardan yansıyan ışıklarla ortaya çıkan  küçücük zerrecikler gibiyiz. Elbette küçücük bir zerrenin, büyük bir ilâhi güneşi yeterince algılayıp, en doğru bir şekilde ifade etmesi de düşünülemez. O nedenle; bâzı Hakk âşıkları  tüm yaşamlarını  Hz.Mevlânâ’yı anlamaya, anladıklarını da halkın anlayışları ölçüsünde onlara anlatmaya çalışarak, ömürlerini bu yolda geçirmişlerdir. Böylesine çok değerli şahsiyetlerden biri de,  Hz.Mevlânâ ve eserleri üzerine yapmış olduğu çalışmaları, çok samimi aşk-u muhabbetiyle, yüz yılımızın yetiştirdiği âli şahsiyetlerden biri olan  Merhum Mesnevihan Sertarik Şefik Can Hocamızdır.

 

(1909-2005) Doksan altı yıllık bereketli ve feyzli ömrünü, Hz.Mevlânâ ve Mesneviye adayan  bu güzide insan; Tüm yaşamı boyunca Hz.Mevlânâ’nın en doğru bir şekilde anlaşılması için gayret göstermiş; gönülden bir yakarışla her zaman şöyle demiştir: “Hz.Mevlânâ’yı sağdan soldan değil, bizatihi kendisinden öğrenin. O eserlerinde gizlidir” Şefik Can Hocamız; gönlündeki sonsuz ilâhi aşkı, doksan altı yıllık engin tecrübesiyle; Hz.Mevlânâ’nın eserlerinde gizli olduğunu söyleyerek, tüm insanlık âlemine eşsiz bir mânevi miras olan; O müstesna eserleri, daha dikkatli bir şekilde okumaya, okuduklarımızı anlamaya, anladıklarımızı da yaşama gayreti içinde olmaya bizleri davet etmiştir.

Bu sebeple ki; Hz.Mevlânâ’nın tüm evreni kaplayan ilâhi nûrunun ve en büyük özelliklerinden biri olan, hoş görü ve insan sevgisindeki hikmetin asıl kaynağını eserlerinde görmeye çalışarak; Divân-ı Kebir ve Mesneviden bazı beyitleri arz etmek isterim.

Cenâb-ı Allah; Hz.Muhammedi ve onun varisleri olan büyük velileri de bu âleme rahmet olarak gönderdi diye buyuran Hz.Mevlânâ; Kendisinin de çok büyük bir ilâhi rahmet oluşunun açık bir tecellisi olarak Divân-ı Kebir’de şöyle buyurmuştur:

 

Biz cümle dertlerin devası, çaresizlerin çaresiyiz. Savaşta Hz.Ali’nin Zülfikâr’ıyız. Biz Hz Ahmedin tevhid müjdesini vermedeyiz. Hz.İsâ gibi çocukken beşikte konuşmaya başlamışız. (1) 

 

Biz bu dünyada güneş gibiyiz. Herkese can vermeye, tüm insanlık âlemine yararlı, faydalı olmaya gelmişiz. 
Kalpleri kırılmış, gamlara düşmüş kişilere dost olmaya, onların gamlarını, kederlerini paylaşmaya gelmişiz. 
Hor görülenleri, toprağa düşenleri, ayaklar  altında ezilenleri, gül bahçesine getirelim, onlara neşeler bahşedelim diye  bu dünyaya gelmişiz. 
Biz altın gibi birkaç kimsenin öz malı değiliz. Biz ummanlar gibiyiz madenler gibiyiz; biz bu  âlemde herkesin malıyız. (2) 

 

 

Arz edilen bu Divân-ı Kebir beyitlerden açıkça anlaşıldığı üzere Hz.Mevlânâ; Biz altın gibi birkaç kimsenin öz malı değiliz. Biz herkesin malıyız” diyerek, kendisinin belli bir millet, din ve mezhep ile asla sınırlanamayacağını çok açık bir şekilde ifade etmiştir.

Devamını Oku