H. Nur Artıran
Kitapların da insan gibi kaderi olur mu? Hz. Mevlânâ ağaçların bile kader gereği zaman zaman bir çok sıkıntılara düştüklerini soğuk kış günlerinin tabiat için en büyük imtihan olduğunu Mesnevî’sinde dile getirmiştir. Aşağıda bilgilerinize arz edilen makalede bile kitaplarında insan gibi ilahi takdire boyun eğdiklerini çok açık bir şekilde görmek mümkün.
Kitaplar ve Kaderleri:
Nev’î şahsına münhasır bir çok değerli meziyetleri olan Şefik Can dedemizin kitaplara ve şiire karşı göstermiş olduğu çok büyük bir ilgiyi ve bu konudaki hassasiyeti sanırım bir çok kişi tarafından yakinen bilinmektedir. Onun Hz. Mevlânâ’dan sonra gönlünde hissettiği ilâhi aşk niteliğinde ki bu bağımlılığın nereden geldiği ve bir asırlık ömrü içerisinde en zor şartlarda bile esirgeyip korumağa çalıştığı en kadim dostları olan kitapların, vuslatından sonra akıbetinin ne olduğu, kitap sever bir çok kişi tarafından merak konusu olmuştur. Şefik Can dedemizdeki kitap okuma, öğrenme ve öğretme tutkusunu anlayabilmek ve anlatabilmek oldukça zor olmakla birlikte, idrâkimiz ölçüsünde anladıklarımızı paylaşmak gerektiğine de inanıyoruz.
Şefik Can dedemiz doksan altı yıllık hayırlı ve bereketli bir ömür geçirmişti. Bizlerin ancak kitaplardan okuyup öğrenebileceği bir çok şeyi, yakından yaşamış, nice tarihi olaylara tanıklık etmişti. Çocukluğu Birinci Dünya Savaşının getirdiği şiddetli acı ve ıstıraplar içinde korku ve heyecanla bir şehirden diğer bir şehre kaçmakla geçmişti. Hatıralar gözlerinde canlandığı zaman, hüzün ve gözyaşıyla geçen günler o kadar yakın geliyordu ki; küçük bir çocukken görüp hissettiklerini, doksan yaşında bir kez daha yaşamaya gücü yetmiyordu. Ermenilerin bölgede yapmış oldukları katliamdan kaçmaya çalışırken, Erzurum’un karlı sokaklarındaki cesetler hâlâ gözlerinin önündeydi. Komşu teyzelerinin korku ve heyecandan bebelerini bile çalılıklara bırakıp kaçtıklarını babasından duyduğu zaman, öyle bir dehşete düşmüştü ki, yıllarca üzerinden etkisi silinmemişti. Çok küçük bir çocukken anacığının tabutu arkasında yüreği yanarak yürümüş, gözyaşları sel olup akıp gitmişti.
Bir asırlık ömrü içerisinde kim bilir daha ne dayanılmaz acılar, ıstıraplar, ayrılıklar görmüştü. Fakat şu bir gerçek ki; bunların hiç biri kendisine “Ahir ömrümde ki en büyük imtihanım” dediği, kitap okuyamama acısından daha ağır gelmemişti. Maddi, mânevi, eğitim ve öğretim aşkıyla, sürekli okuyup yazmakla tükettiği, doksan altı yıllık ömrünün son günlerinde okuyup yazacak kadar gözleri görmüyordu. O her şeyden çok sevdiği kitapları artık göremiyordu ama, yinede büyük bir merakla yeni çıkan eserleri yakından takip ediyordu. Kitabın çıktığı yayım evini, yazarını, içeriğini, inceden inceye dikkatle sorup araştırıyordu. Eğer okumayı arzu ettiği bir kitapsa okuyamayacağı için çok üzülüyor, ilgisini çeken o kitabı mutlaka almamı söyleyerek en azından dokunmak, içerisinden birkaç sayfada olsa dinlemek istiyordu.
Devamını Oku