Home

“Tek başına insan bir hiçten ibarettir. Hepimiz bir araya gelince insan olurmuşuz. Haydi tekrar bir araya gelelim de insan olalım!” Hazreti Mevlânâ Celâleddin-i Rumî, bizleri bu şekilde hep birlikte insan olmanın gerçek güzelliğine ermeye davet ediyor. Eserleri, fikirleri ve ardında bıraktığı manevi zenginlik ile Hazreti Mevlânâ, yüzyıllardan beri yaşanmaya başlayan âşıklar yolu Mevlevîliğin ana kaynağını oluşturuyor.  Burada, İsviçre Mevlevîlerinin oluşturmuş olduğu web sayfasında bulunuyorsunuz. Ana dilimiz aslında almancadır; fakat başka dilde hizmet veren ve henüz kendi web sayfalarını açmamış olan diğer mevlevî dostlarımıza da buradan kendilerine ait bir alan sunmayı arzuluyoruz. Birbiri ile ilişikli olan web sayfaları içinde ayrıca buradan bir link açtık. Bulunduğunuz bu sayfa, henüz yapım aşamasında olup, türkçe konuşan dostlarımız için düşünülmüştür. Bu naçiz çalışmalarımızın bütün dünyamız için ve varlığın hakikatini sezerek bu gâye de yol almayı dileyen bütün insanlığın esenliğine sunulmuş nâçizâne bir hizmet olmasını temenni ederiz. Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti, Hazreti Mevlânâ’nın himmeti ve ilâhî aydınlığı dâima cümlemizi esirgeyip, korusun niyâz ederiz.

Mevlana Müzesi, Konya
Mevlana Müzesi, Konya
Sema Ayini, Zürich  
Sema Ayini, Zürich

Sükûttaki Kelâm

Sözler var söz evinde; kimisi kırık, kimisi beyhûde ve sahipsiz; debdebeli, hırçın, manası kayıp. Sözden öte ise kelâm var can evinde; ruha gıda, derde devâ; sükût içinde apaydınlık. Fakat bir söz de var ki çaresiz, mahcup, ızdıraplar içinde; pervane gibi kanadı yanık, bir kelâma müştâk, manaya âşık; sanki gül hâmuş bülbül de hâmuş, yaşıyorlar bir aşk çilesini…

Avuçların içinde pamuk gibi beyaz bir kâğıt, hep öylece bembeyaz kalsaydı. Bir nazar etselerdi ona; sükûta hemdem. Üflenseydi içine nice binbir âlem. Kalemsiz, renksiz, sessiz. Damla damla akar mıydı harfler kalbimize, dökülür müydü sükûtta yazılan o kelâmlar içimize? Duyabilir miydik sükûtun mahrem sesini? Ve o kelâm ki, hangi kitaplarda yazılı?  Hangi sayfalara kayıtlı? Bir can sedâsı mıdır o? Bir nur hâlesi midir o? Yoksa kelâm da, bir kelâma mı âşık olmuştur ki söz evinden çekilip gider; bir can kuytusuna kendisini pinhan eyler!.. Kelâmdaki bu esrar! Ya sükût, o nasıl bir deryadır ki kelâmı bir inci gibi içinde saklar. Ne hayrettir! Söz gümüşse sükût altındır diyorlar; hâlbuki bir düşünseler! Söz gümüşse, sükût alevler içinde kavrulan bir altındır deseler. Yahut da söz divâne bir çilekeşse, sükût kelâmın manasını bağrında taşıyan içli bir aşk öyküsüdür deseler…

Devamını Oku

Mesnevîhan Şefik Can, Mevlânâ, Mesnevî ve Mevlevîlik

Şefik Can Hoca Efendi (Şefik Dede) ile Nisan 2004 tarihinde uzun bir röportaj yaptık. Daha soracak ve öğrenecek çok şeyimiz olduğu için ileriki bir tarihte röportajımıza devam etmek üzere randevulaşarak kendilerinden ayrıldık. Ancak daha sonra geçirdiği ani bir rahatsızlık neticesinde konuşma zorluğu çekmesi sebebiyle randevumuzu gerçekleştiremedik. Rahatsızlığı neticesinde Hakk’ın rahmetine kavuştu. Bu nedenle, soracağımız bir çok soru elimizde kalmıştı. Yirminci asrın neredeyse tamamına şahitlik etmiş, ilim, irfan ve edebiyat çevreleriyle beraber olmuş, bir çok önemli hadiseye şahitlik etmiş, doksan altı yaşlarındaki Mevlânâ ve Mesnevî uzmanı asırlık çınar susmuştu. Röportajı nasıl kâmil bir hale getirebiliriz diye çabalarken imdadımıza kendilerinin işareti ile asistanı Bahar Nur Artıran hanımefendi yetişti. Şefik Dede ile daha önce yapılmış olan röportajlarda, sormak ve öğrenmek istediğimiz soruların cevabı olabileceğini söyledi. Biz de bu güne kadar çeşitli dergi ve gazetelerde Şefik Dede ile yapılmış olan bir çok söyleşi ve röportajları tek tek tarayarak, merak ettiğimiz soruların cevabını buralarda aradık. Neticede bu röportaj ortaya çıktı. Kendilerine Allah’tan rahmet diliyoruz (S. Küçük)

 

 

Şefik Can kimdir?

Devamını Oku

Geceleyin Yürü

Geceleyin yürü, gece, sırlar rehberidir, herkes uyurken, ilahî aşk sırları, mana zevkleri gönle gelir. Çünkü geceleyin gönlün kapılan açılır, yapılan işler, yabancıların gözlerinden gizlenir. Geceleyin, gönlümüz aşk ile, gözlerimiz ise uyku ile karışmış olduğu halde, bizim yârin güzel yüzü ile işimiz vardır, buluşmamız vardır.

Hz. Mevlânâ

Hakk’tan sayılamayacak kadar lütuflar, ihsanlar; senden ise sayılamayacak kadar çok hatalar, kusurlar !

• Ey gönül, işlediğin suçlara, kusurlara karşılık, Hakk’tan özür dilemek için neler düşünüyorsun? O’ndan sayılamayacak kadar lütuflar, iyilikler, ihsanlar, vefalar gelmede, senden de bunca hatalar, kusurlar, cefalar görünmede… 

O’nun tarafından, bunca keremler, senden ise, manasız aykırı işler; O’ndan pek çok nimetler, senden ise sayılamayacak kadar çok hatalar suçlar, günahlar… 

• Senden bunca haset, bunca kötü düşünce, bunca dedikodu. O’ndan ise bunca ihsan, bunca lütuf, bunca iyilikler. 

• Yaptığın kötülüklerden, işlediğin günahlardan pişman olup da, candan Allah dediğin zaman, seni belalardan kurtarmak için senin imdadına yetişen, sana o duyguyu veren, kendini hissettiren O’dur.

• İşlediğin günah yüzünden korkuyorsun, kurtulmaya çareler arıyorsun. Bir daha işlememeye karar veriyorsun, işte o anda bu duygularla için karıştığı, kendinden utandığın, kendini ayıpladığın, vicdanın sızladığı zaman düşünmüyor musun? Bu duyguları sana veren, bu pişmanlığa seni düşüren, senin içindedir. Sana çok yakındır. O’nu sen ne diye kendinde, kendi içinde göremiyor, hissedemiyorsun? 

• O, seni bazen yaratılışına, kötü tabiatına bırakır, seni gümüş, altın, kadın sevdasına düşürür. Bazen de canına Hz. Mustafa’yı hayal etmenin nûrunu verir de içini aydınlatır. 

• Seni bazen bu tarafa çeker, iyi adamlara katar, bazen de o tarafa çeker, seni kötülere ulaştırır. Kurtuluş gemisini korkunç dalgalarla hırpalar, onu kırar, parçalar. 

• Ey zavallı insan, bu düşüşlerden, bu hallerden sakın ye’se kapılma; gizli gizli o kadar çok dua et, geceleri, o kadar çok ağla, inle ki; sonunda yedi kat gökten kulağına kurtuluş sesleri gelsin. 

 Divân-i Kebîr, Cilt 1, Gazel 1, Sefik Can

Hâtunların Övüncü, Gürcü Hâtun’dan Günümüze Gelen Kubbe-i Hadrâ

Kubbe-i Hadrâ’nın gölgesine asırlardır nice Hakk âşıkları niyâz içre bende oldular. Cenâb-ı Hakk katından gönüllere nüfûz eden bu İlâhî aşk öyle bir mukaddes sonsuzluktur ki ne evveli vardır ne âhiri. Zâhir ve bâtın tecellîgâhda temaşa edilen her zerrenin ardında muhakkak ki o mutlak gayb güzelinin mührü görülür. İlâhî bir görüş, rahmanî bir duyuş ve ulvî bir idrâk olmalıdır ki bu mührü gizleyen perdeler açılıversin.

Her ne kadar kendi acziyetimizle ötelerin seslerini işitemesek de, cümle âlem anbean tesbih ve zikirler içinde hâl ile bizlere bir şeyler anlatır. Hazreti Pîr Mevlânâ’nın gül bahçesindeki Huzûr-u âlisinden de rahmet rahmet uçuşan sırlı nağmeler topraktan yaratılmış insanın bağrına hiç dinmeden yağar.

Devamını Oku

Peygamber anlayışı üzerine (Aralık 15, 2016)

Peter Hüseyin Cunz, Konya, Aralık 15, 2016 

Hamd, her vahyin ancak kendisine övgü ile mümkün olduğu yüce Allah’a dir.! Tüm övgüler arayana cemalini gösteren, görme kuvvetini bahşeden, sırları ortaya çıkaran ve peçeleri kaldıran yüce Rabbimizedir ve biz ona hamd ederiz. Allah’ın selamı ve rahmeti mübarek Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’in (SAV), ondan önce ve sonra gelen kehanet ve âyetlerin taşıyıcısı tüm peygamberlerin üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve selamı kendilerine. ailelerine, yakınlarına ve yol arkadaşları üzerine olsun!

 

Bu fakirden Hazreti Muhammed (SAV) Efendimiz hakkında bir şeyler yazmam istendi. Fakat bu Fakir bunu kendi mukavemetiyle degil, yüce Allah’a siginarak , O’nun yardimiyla ve izniyle düşünceleri ve deneyimleri hakkında konuşacaktır.

 

Ey kendilerine hürmetle yukarı baktığımız ve sınırlı vizyonumuz ile asla tam anlamıyla anlayamadığımız elçi ve peygamberler! Neden sizleri seven müminler arasında bu kadar çok nefret ve şiddet var? Evet, biz sizi layığınca anlayamadık ve sizi kendi idrakimizde olan kavramlarla sınırladık!

 

Peki peygamberler hakkında tartışmak ve farklı görüşleri olan insanlara şiddet uygulamayı kendimize hak görmek haddimizi aşmak değil midir? Halbuki siz peygamberler ve elçiler Allah’ın seçilmiş kullarısınız! Cenab-ı Hak sizleri kendi Nurundan ve kendine araç olarak yaratmıştır; bizim algımız bu sırrı görme kudretinde olmayabilir. “Onun (Allanın) peygamberlerinden hiç birini diğerlerinin arasından ayırmayız (hepsine inanırız), dinledik (kabul etdik; emrine) itaat etdik.” (2: 285 ayet)

Devamını Oku

Aşk uğrunda neden Ferhad gibi dağları delmediniz?

 

 

• Neşesizlerin, hayattan bıkmış ve usanmış olanlann hepsi de gittiler! Evin kapısını kapayınız; düşüncelere dalmış, ümidini kaybetmiş şu aklın haline de gülünüz!

• Mademki siz de Hz. Muhammed(s.a.v.)’in manevî evlatlarındansınız, müminsiniz, mirac ediniz, göklere yükseliniz de, ayın yanağını öpünüz!

• Ey neşesizler, ey hayattan bıkmış usanmış kişiler! Niçin cesaretinizi kaybettiniz, niçin gittiniz; aşk uğrunda neden Ferhad gibi dağları delmediniz?

• Öyle oldu, böyle oldu; niçin doğru gelmedi? Kendiniz nasılsınız, değeriniz nedir; biliniz, anlayınız!

• Mademki aşk çeşmesini gördünüz, ümit çeşmesini gördünüz, neden kana kana su içmediniz? Mademki o güzeli gördünüz, nasıl oluyor da hala kendinizi beğeniyorsunuz?

• Mademki nür almak, nürlanmak istiyorsunuz, devletten, saadetten kaçmayınız; zaten O’nun tuzağına düşmüşsünüz!

• Canı ile oynayan pervane gibi, muma doğru koşunuz! Ne diye vefasız arkadaşa kendinizi vermiş, ne diye ona bağlanmışsınız?

• Pervanenin, mumun alevine kendini attığı gibi siz de aşk ateşine kendinizi atınız, yanınız yakılınız da, gönlünüzü, rühunuzu aydınlatınız! Hayretinizden senelerin eskittiği, hırpaladığı bu köhne bedeni atınız da, taze bir tene, yeni bir bedene

 

Divân-ı Kebîr Seçmeler, Şefik Can, Cilt 1, 427

Bizim ölümümüz, ebedî bir düğündür.

 

• Bizim ölümümüz, ebedî bir düğündür. Onun sırrı nedir? “0 tek bir Allah’tır.”

• Evlerin pencerelerinden içeri giren güneşin ışığı, her evin içine ayrı ayrı pencereden girdiği için bölünür gibi görünür. Ama bütün evlerin pencereleri kapanırsa bu bölünme, sayı ortadan kalkar.

• Bir üzüm salkımının üstündeki üzüm taneleri sayılabilir. Fakat o salkım sıkılırsa meydana gelen şırada sayı yoktur.

• Aslında ölüm, Allah’ın nüru ile diri olan kişinin ruhuna, beden zindanından kurtuluş yardımıdır.

• Ölüp giden kişiye kötü deme, iyi de deme; çünkü onlar, iyilikten de kötülükten de kurtulmuşlardır.

• Gözünü Hakk uğruna harca, herkesi kötü görme, görmediğini de söyleme, söyleme de gözüne bir başka göz, bir başka görüş verilsin.

• Başkalarında ayıp görmediğin için sana verilen o göz, gözlerin de gözüdür. Hiçbir şey ona gizli kalmaz.

• Bir göz, Allah’ın nuruyla bakarsa, her şeyi apaçık görür.

“beyitte şu hadîsten iktibas var; “Mü’min, Allah’ın nüruyla görür.

• Her ne kadar bütün nürlar Allah’ın nüru ise de, sen hepsine birden Hakk’ın nüru deme.

• Bakî olan, sonsuz olan nür Allah’ın nurudur. Fanî olan, geçici olan nür, bedenin sıfatıdır, cismin sıfatıdır.

• Ey Allah’ım, senin lütfunu, ihsanını görmüştür de onun için “göz kuşu” senin aşk havanda kanat çırpmadadır.

• 0 ötelere, göklerin de göklerine kadar yükselmiştir de seni arayıp durmadadır.

• Ya ona cemalinden bir göz ver. Yahut da bu cür’eti, bu ayıbı yüzünden onu kapından kovma.

• Sen, canın gözünü her an ağlat, fanî güzellerin boylarının, poslarının, güzel yüzlerinin tuzağından sen onu koru Allah’ım!

• 0, uykuda senin yüzünden bir uyanıklık gördü. Gerçekten de bu, bir olgunluk rüyasıdır, doğru yolu buluş görüşüdür.

 

Divân-ı Kebîr Seçmeler, Şefik Can, Cilt 1, 327

Hz. Adem, senin azarlayışının verdiği neşe ile cennetin bahçesini bıraktı da yeryüzünde kapı eşiğini makam edindi.

 

 

• Ey benim canım! Benim her yönümde, altı cihetimde de senin güzelliğinin resmi var. Ben her tarafta seni görüyorum. Aynada da parıl parıl senin yüzün parlamada.

• Aynasını ancak kendi miktarınca görebilir. Çünkü sen bu kadar güzellikle, bu ihtişamla aynaya sığamazsın.

• Güneş, seni ne vakit görebilirim diye, senin güneşinden sordu. Güneşin cevap verdi de, dedi ki; “Sen battığın zaman ben doğarım.”

• Ey aşk! Işığı yedi kat göğe sığmayan akıl, nasıl oldu da senin tuzağına düştü, senin çuvalına girdi?

• Akıl, aşk harmanının ancak bir buğday tanesidir. Fakat bu buğday tanesi, senin kolunu kanadını bağlamıştır.

• Hakk’ın ebedî hayat denizine dalarak ebedî canı görünce, bu can sana kol ve kanat kesildi.

• Artık aşka sahip oldun. Sence şu mal mülk ne işe yarar? Bu alemin devleti yüksek mevkî, senin ulaştığın mevki’e ve devlete göre, ne işe yarar? Kaç pars eder?

• Sana karşı köpek nefsimiz, tilkilik edecek, hilelere baş vuracak, buna imkar var mı? Senin çakalına arslan bile secde eder.

• Ey benim canım! Gece gibi, gündüz gibi, elsiz ayaksız yollara düşmüş, koşup duruyorum. Çünkü gökyüzünden her an “gel” diye çağırdığını duymadayım.

• Senin nuruna karşı bizim karanlığımız da nedir? Senin güzel işlerine karşı bizim kötü işlerimizin ne değeri olabilir?

• Gündüzleri, senin ağacının altına düşmüş gölge gibiyiz. Geceleri de seher zamanına kadar dertten, eleminden emin olduğumuz halde ağlayıp, inlemedeyiz.

• Hz. Adem, senin azarlayışının verdiği şevkle, neşe ile cennetin bahçesini bıraktı da huzurunda kapı eşiğini makam edindi.

• Gönül denizi, senin insana değer verişinden, insana ikramda bulunuşundan köpürür, coşar. Fakat ben, senin sözlerine müştakım. Onun için dudağımı kapıyorum, susuyorum.

 

Divân-ı Kebîr Seçmeler, Şefik Can, Cilt 3, 1086

 

 

Herkes aşık olamaz, aşık olan kişiye dert gerek.

 

 

• Kardeşim! Herkes aşık olamaz. Aşık olan kişiye dert gerek, dert nerede? Aşık olan kişinin sabırlı olması, aşkına sadık kalması lazımdır. Böyle bir er nerededir? Gerçek aşık nerededir?

• Ne zamana kadar böyle yersiz, manasız düşüncelere kendini kaptıracaksın? Ne zamana kadar “Ben” düşüncesine saplanıp kalacaksın? Hani ateşli naralar, nerede sararmış yüzler?

• Ben kimya ve altın aramıyorum. Altın olmaya istidadı bulunan bakır nerede? Aşka doğru hararetli hararetli, hızlı hızlı gideni kim bulmuştur. Yarı hararetli, yarı soğuk yol alan nerede?

 

Divân-ı Kebîr Seçmeler, Şefik Can, Cilt 3, 1048