H. Nur Artıran
Oruç nedir? Oruç göklerden gelen, gizli görünmez bir yemeğe ilâhi bir çağrıdır. Bu orucu zembil gibi eline al, Hakk yolunda dilen de, Hakk seni rızıklandırsın. Âb-ı hayat, gönülleri yanan bahtsızları mutlu eder. Bu oruç testiye benzer, sakın ha testiyi kırma!
On bir ayın sultanı, mübarek Ramazan ayını, sultanların baş tacı olan, Hazreti Mevlânâ’mız Divân-ı Kebirde bizlere böyle anlatmıştı. Acaba, bu rahmet, merhamet, mağfiret günlerini, Hz.Pir’imiz, nasıl geçirmişti? Neler yapmıştı? Nasıl yaşamıştı ki; yüz yıllardan beri, ilk günkü yeniliği ve güzelliği hiç bozulmadan, çatlayıp kırılmadan, ilâhi nuruyla bu günlere kadar erişen oruç testisiyle, ramazanı idrak edip oruçla şereflenen herkese sâkîlik yaparak âb-ı hayat sunmuştu?
Hz. Mevlânâ, Mesnevi şerifte; “Kur’an’ın mânâsını yalnız Kur’an’dan sor. Şehvetini hevâ ve hevesini ateşe atmış, yakmış kişiden öğren. Kur’an’ın mânâsını, Kur’an önünde kurban olmuş, benliğinden geçmiş, alçalmış, âdetâ rûhu ayn-ı Kur’an kesilmiş kişiden sor” diyerek varlığımızın en önemli unsuru olan mânevi yolculuğumuz boyunca attığımız her adımda nelere dikkat etmemiz gerektiğini, birkaç beyitle en güzel şekilde açıklayarak, bizlere yol göstermiştir. O nedenle; Kur’an ahlâkıyla ahlâklanarak, en ûlvî şekilde canlı bir Kur’an gibi yaşayan, hakikat orucunun, aslının, aslının aslı olan, Hz. Mevlânâ’nın mübarek vasıfları, ancak sahibi tarafından bilinecek ibadetleri ve orucu hakkında kalem oynatmak, bu konuda sözün özünü ve gerçeğini söylemek içinde, Hz, Mevlânâ’nın aşk umanında yok olmak, daha doğrusu O olmak gerekmektedir. Kırk yıl boyuca Hz. Mevlânâ ile yaşamak ve ona hizmet etmek saadetine erişen Sipehsâlar; Hazreti Mevlânâ’nın mânevi şahsiyeti ve yaptığı ibadetlerini anlatmaktaki acziyetini, Hz.Pir’in hayatı ve ahlâkı hakkında yazılmış en eski, en güvenilir kaynaklardan biri olan, Risâle-i Sipehsâlar adlı eserinde; şöyle demektedir: “Yâ Hazreti Mevlânâ ! senin sözlerinin güzelliğini ve letafetini kıskandığı için insanlara ölümsüzlük bağışlayan “ab-ı hayat” çeşmesi, tamamıyla utanç içine gömüldü kaldı. Artık kimseye gözükmüyor. Ey mekârim-i ahlâkı tamamlamak için dünyayı şereflendiren sevgili peygamberimizin bütün güzel huylarını kendinde toplayan Mevlânâ ! Ey Kur’an-ı Kerim’in âyetlerini en güzel, en doğru şekilde açıklayan, onu en kusursuz bir şekilde yaşayan, eşsiz varlık! Ben senin vasfında ne yazabilirim? Ne söyleyebilirim ? Çünkü söz biter, fakat söylenen söz, senin vasfını kavrayamaz. Çünkü vasıfların sonsuzdur. İyi huyların haddü hesaba gelmeyecek kadar çoktur, söylenmekle bitmez. Ağzımı bin kere misk ile, gül suyu ile yıkadım, temizledim, fakat hâlâ senin mübarek ismini ağzıma almaya kıyamadım. Hz. Mevlânâ’nın hudutsuz ve sonsuz olan yüksek vasıflarını ki bazısını kendi gözlerimle müşahade etmiş, bazısını da duyarak, inanarak vicdânen gönlümde bulmuşumdur. Gerek bu baş gözümle gördüklerimi, gerekse gönül gözüm ile idrak ettiklerimi ucu kesik kalem gibi noksan ve âciz olan dilimle nasıl açıklayabilirim? Çünkü her bilinen görülmez, her görülen söylenemez ve her söylenende yazılamaz. Bunun delili şudur ki: Cenâb-ı Hakk’ın velilerinin her biri, yaptıkları ibadetler, iyilikler, başlarına gelen belalara gösterdikleri sabır, çektikleri riyâzatlar, mücâhadeler, gayretler ve kendi gönül aynalarını, Hakk’tan başka her şeyden temizledikleri, hasedden, hiddetten, şehvetten tamamıyla kurtuldukları için Hak Te’âlâ’nın sıfatlarıyla sıfatlanmışlardır.Bu zayıf kul, tam kırk sene Hazreti Mevlânâ’ya hizmette bulundum. Hazreti Mevlânâ gençlik yıllarından vefat edinceye kadar tüm ibadetlerini hiç eksiltmeden devam ettiriyordu. Yatakta mübarek başlarını yastığa koyup da yanları üzerine yatarak rahat ettiğini hiç görmedim. Allah O hazretin riyâzat görmüş vücûdunu daima harekete getirdiği, ona güç kattığı bir gerçektir. Onun uykusuzluk ve kararsızlığı içinde yaptığı ibadetleri nasıl anlatılabilir ki ” Böyle bir şey olabilirmi ?