Hâtunların Övüncü, Gürcü Hâtun’dan Günümüze Gelen Kubbe-i Hadrâ

Kubbe-i Hadrâ’nın gölgesine asırlardır nice Hakk âşıkları niyâz içre bende oldular. Cenâb-ı Hakk katından gönüllere nüfûz eden bu İlâhî aşk öyle bir mukaddes sonsuzluktur ki ne evveli vardır ne âhiri. Zâhir ve bâtın tecellîgâhda temaşa edilen her zerrenin ardında muhakkak ki o mutlak gayb güzelinin mührü görülür. İlâhî bir görüş, rahmanî bir duyuş ve ulvî bir idrâk olmalıdır ki bu mührü gizleyen perdeler açılıversin.

Her ne kadar kendi acziyetimizle ötelerin seslerini işitemesek de, cümle âlem anbean tesbih ve zikirler içinde hâl ile bizlere bir şeyler anlatır. Hazreti Pîr Mevlânâ’nın gül bahçesindeki Huzûr-u âlisinden de rahmet rahmet uçuşan sırlı nağmeler topraktan yaratılmış insanın bağrına hiç dinmeden yağar.

Konya’da Hazreti Pîr Mevlânâ’nın makâm-ı âlîsinin üzerinden yükselen yeşil kubbe, diğer bir adıyla Kubbe-i Hadrâ, üzerinde taşıdığı büyülü bir hâl ile nice dervişân, muhibban ve Hakk dostlarını yüzyıllardır kendisine sermest ediyor. Gül bahçesine hemdem, semâya doğru yükselen bu yeşil kubbe, besbelli ki sâdece çimento ile inşâ edilmemiş; âdeta kendi içinde her katmanın altında kutlu bir hazineyi saklıyor. Öyle bir hazine ki, her tuğlası ganî bir kaynaktan gelen İlâhî aşk, muhabbet, rıza, teslimiyet ve sadâkat cevherlerine örtü olmuş.

Kubbe-i Hadrâ’dan söz açılınca Hazreti Pîr Mevlânâ’nın müridesi Gürcü Hâtun ilk akla gelen isimlerden olur. Çünkü bu billur, yeşil renkli çinilerle kaplı kubbe-i şerif ve Hazreti Pîr’in türbesi, Gürcü Hâtun’un Hazreti Pîr’e karşı gönlündeki tarifsiz derunî bağlılığı, maddî, manevî desteği ile inşâ edilebilmiştir.

Tarihî kayıtlarda Gürcü Hâtun, on üçüncü yüzyılın başlarında Gürcistan’da yönetimde bulunan Kraliçe Tamara’nın torunu, Gürcistan Kraliçesi Rusudan’ın kızıdır. Bir Selçuklu şehzadesi ile evli olan Kraliçe Rusudan’ın, bu izdivaçdan olan kızlarına “Tamara” ismi verilir. Prenses Tamara büyüdüğü zaman çok alımlı bir genç kız olur ve o dönemdeki Moğol baskıları ile siyasi çatışmaların içinde bîtap düşen ülkenin toparlanması ve barışa yönelik bir katkı olması niyetiyle, Selçuklu Devleti tarihinde önemli bir yer tutan Sultan II. Gıyâseddin Keyhusrev ile evlendirilir. Selçuklu Devletinin merkezine saraya yerleşen Prenses Tamara, herkes tarafından çok sevilir; âlî cömertliği, lûtufkâr bağış ve hediyeleri ile tüm gönüllerde bundan sonra Gürcü Hâtun olarak nâm bulur. Sultan II. Gıyâseddin ise zevcesine çok tutkulu bir şekilde âşık olmuştur. Öyle ki bastırdığı gümüş paralar üzerinde kendisinin bir aslan motifi ile eşi Gürcü Hâtun’un ise üzerine doğan bir güneş olarak temsil edilmesini ister. Sultan II. Gıyâseddin Keyhusrev’in vefatının ardından ne kadar bir süre geçmiştir tarihi kaynaklarda tam net değildir fakat; Gürcü Hâtun ilerleyen dönemde devrin büyük devlet emirlerinden Müînüddin Pervâne Süleyman ile evlenir.

Ahmet Eflâkî, Ariflerin Menkibeleri adlı eserinde, Gürcü Hâtun ile ilgili olarak; Zaman’ın Kraliçesi, Dünya’nın Hanımı, Dünya Hanımlarının Sultanı puttygen download , Cihan’ın Melikesi, Melikelerin Melikesi gibi sıfatları pek çok kez kullanmış ve Gürcü Hâtun’un Hazreti Mevlânâ’nın muhiplerinden, en has müritlerinden olduğunu; daima Hazreti Mevlânâ’nın verdiği şevk ve ateş içinde yandığını ifade eder. Yine Ahmet Eflâkî’den, Gürcü Hâtun’un eşi Pervâne Süleyman’ın evinde Hazreti Mevlânâ’nın sohbetler verdiğini, semâ meşklerinin yapıldığını; bilginler, şeyhler ve emirlerin orada toplandığını anlıyoruz. Eflâkî’ye göre Gürcü Hâtun; seçkin, fikirlerinde kararlı; daima yetimlere ve düşkünlere yardım eden, bağışlarda çok ganî, bol bol cömertlikte bulunan, karşılıksız hediyeler veren çok mümtaz, lûtufkâr bir şahsiyettir.

Abdülbâki Gölpınarlı’da, Hazreti Mevlânâ’nın Mektuplarını yayınladığı eserinde, Hazreti Pîr tarafından yazılmış olan iki mektubun muhtemelen Gürcü Hâtun’a yazılmış olabileceğini ifade eder ki; bu mektupların birinde Hazreti Mevlânâ şu şekilde hitâp eder:

Lûtuflarda, ihsânlarda bulunan, şüpheli nesnelerden çekinen, kulluk kılan, hâtunların övüncü, onların en korunmuş ve namuslusu, güzel huylu, yüce himmetli, sonu düşünen, hayırları yayan, adı-sanı iyi, padişah yaratılışlı, efendiler efendisinin soyundan gelen Hâtûn’un yüce, örtülü kutluluğunu, devletini, ismetini Allah dâimî etsin, ikbalini artırsın…

Hazreti Mevlânâ tarafından kaleme alınmış diğer ikinci mektupta da yine benzer bir hitâp ile giriş yapılır: “Huyları güzel, melek sıfatlı, gönlü diri, aydın, kulların övüncü, çekinenlerin ziyneti, Cenâb-ı Hakk’ı tanır, sonu görür…

Hazreti Mevlânâ mektubun ilerleyen satırlarında, bu yüksek hitâba mazhar olan aziz varlığın; yoksullara eş ve dost olduğunu, doğru yol yolcularına her adımda ve her solukta öğüt verici, yalnızlık âleminde Cenâb-ı Hakk’a yalvarıp yakaran, kulluk eden, ahiret devletine dair başkalarına taklid olan ve şüpheli bulunan şeylerin bu azize Hâtuna perdesiz olarak hakikat olduğunu ifade eder.

Aynı şekilde Sultan Veled Hazretleri de, Kayseri’de bulunan Mevlevî dostlarını öven bir şiirinde: “O, yüce sultan Gürcü Hâtun, Rum ve Horasan ülkelerinin övüncüdür” şeklinde bahsetmektedir. Sultan Veled Hazretlerinin bu şiirinden Gürcü Hatun’un uzun bir süre Kayseri’de kaldığı da anlaşılmaktadır.

Hazreti Mevlânâ’nın eşi Kira Hâtun’un sırdaşı ve hemdemi de Gürcü Hâtun’dur. Menâkibu’l Ârifîn’de nakledilen kimi bölümlerden anlaşıldığına göre; Kira Hâtun, Hazreti Pîr’le yaşanan kimi rabbanî hâlleri melikelerin melikesi ve Hazreti Mevlânâ’nın müridesi Gürcü Hâtun’la paylaşır. Hazreti Mevlânâ’nın Kâbe-i Muazzama’ya tayy-i mekânı ile mübârek ayak parmakları arasında kalan hicaz kumlarını ve bir kış günü gayb erenlerinden gelen gül yapraklarını Gürcü Hâtun’a hediye etmesi bu güçlü yakın dostluğa işâret eder.

Gürcü Hâtun, Hazreti Pîr’e tam bir gönül hizmeti, sadâkat ve aşkla bağlıdır. Mevlânâ hazretlerinden ayrılık ateşinin yüküne asla tahammül edemez. Yine Ahmet Eflâkî’den öğrendiğimize göre, bir tecellî üzre Kayseri’ye gitme vakti geldiğinde; Müînüddin Pervâne Süleyman, eşi Gürcü Hâtun için bir çare düşünür ve yollarda Gürcü Hâtun’a can yoldaşı olması için sarayın ressamı olan Aynü`d-devle`ye Hazreti Mevlânâ’nın resmini bir kâğıda çizmesi için hediyeler verir ve son derece güzel yapmasını söyler. Ressam, Hazreti Pîr’in huzûruna geldiğinde, daha kendisi hiçbir şey söylemeden, Hazreti Mevlânâ “Yapabilirsen ne âlâ” der. Yirmi tabaka kâğıda türlü türlü resimler çizilir, fakat her bakışında resmin başka bir şekle büründüğünü görerek, hayretler içinde kalemini kırıp, yerlere kapanır. Aynü`d-devle ağlayarak dışarı çıkar. Kâğıtlar ise Gürcü Hâtun’a teslim edilir. Gürcü Hâtun bütün o şekilleri tüm sefer boyunca yanında taşır.

Hazreti Mevlânâ ebediyyet saadetine bürünüp, öte âleme göç eylediği vakit, tüm Konya matemler içinde kalır. Gürcü Hâtun; mürşidini, en mübâreğini elemler içinde uğurlamış, gönlü alevler içinde bir yangın yeri olmuş iken ömrünün en kutlu hizmetine yol açılır. Sultan Veled Hazretlerinin de müsaadesiyle, Gürcü Hâtun ve Alemeddin Kayser tarafından Hazreti Mevlânâ’nın gül bahçesine sırlandığı yerin üzerine yeşil kubbesiyle birlikte bir türbe yaptırılır.

Kubbe-i Hadrâ artık âşıkların Kâbesi olur. Hazreti Mevlânâ’nın “lûtuflarda, ihsanlarda bulunan, hâtunların övüncü, sonu düşünen, güzel huylu, yüce himmetli” olarak buyurduğu, hakikatleri perdesiz olarak müşâhede eden azize Gürcü Hâtun, Kubbe-i Hâdrâ’ya muhakkak ki tüm gönlünü ve aşkını bahşeylemiştir. Yüzyıllardır nice âşık gönülleri dinlendiren, huzûr âlemine davet eden bu kubbe-i şerif, kim bilir hangi hakikatleri, hiç yorulmadan ve dinlenmeden tekrar ve tekrar anlatır? Belki de her solukta cümlemize “Sen de benim gibi ol!” demektedir.

Gürcü Hâtun, bu âleme gönül hânesindeki o İlâhî aşk ile coşan âlî cömertliği, basireti, has, hâlisane hizmetleriyle kadem bastı. Asırlar evvelinden öte âleme göçmüş olmasına rağmen hâlâ yorulmamış olmalı ki, hizmete devam ediyor. Kendisi tarafından yaptırılan Kubbe-i Hadrâ, ziyaretine gelen Hakk âşıklarına Hazreti Pîr’in gencecik bir müridesinin nice şevk ve aşk içindeki öğütlerini fısıldamayı sürdürüyor. Işıl ışıl parlayan o aydınlık yeşil renkli çinilerin ardında, Gürcü Hâtun’un İlâhî muhabbeti, Cenâb-ı Hakk’a olan koşulsuz teslimiyeti, Hazreti Pîr Mevlânâ’ya olan sonsuz derunî sadâkati ve ihlas ameller içindeki gayretleri temaşa ediliyor.

Hâtunların övüncü Gürcü Hâtun’u rahmet, minnet ve şükranla yâd ediyoruz.

 

Bahar Can

Kaynakça:

–  Ömer Subaşı, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 13/33, 2016.

–  Ahmet Eflâkî, Ariflerin Menkibeleri, 2006.

–  Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddin Mektuplar, XLVI, CXXVIII, 1963.