Sükûttaki Kelâm

Sözler var söz evinde; kimisi kırık, kimisi beyhûde ve sahipsiz; debdebeli, hırçın, manası kayıp. Sözden öte ise kelâm var can evinde; ruha gıda, derde devâ; sükût içinde apaydınlık. Fakat bir söz de var ki çaresiz, mahcup, ızdıraplar içinde; pervane gibi kanadı yanık, bir kelâma müştâk, manaya âşık; sanki gül hâmuş bülbül de hâmuş, yaşıyorlar bir aşk çilesini…

Avuçların içinde pamuk gibi beyaz bir kâğıt, hep öylece bembeyaz kalsaydı. Bir nazar etselerdi ona; sükûta hemdem. Üflenseydi içine nice binbir âlem. Kalemsiz, renksiz, sessiz. Damla damla akar mıydı harfler kalbimize, dökülür müydü sükûtta yazılan o kelâmlar içimize? Duyabilir miydik sükûtun mahrem sesini? Ve o kelâm ki, hangi kitaplarda yazılı?  Hangi sayfalara kayıtlı? Bir can sedâsı mıdır o? Bir nur hâlesi midir o? Yoksa kelâm da, bir kelâma mı âşık olmuştur ki söz evinden çekilip gider; bir can kuytusuna kendisini pinhan eyler!.. Kelâmdaki bu esrar! Ya sükût, o nasıl bir deryadır ki kelâmı bir inci gibi içinde saklar. Ne hayrettir! Söz gümüşse sükût altındır diyorlar; hâlbuki bir düşünseler! Söz gümüşse, sükût alevler içinde kavrulan bir altındır deseler. Yahut da söz divâne bir çilekeşse, sükût kelâmın manasını bağrında taşıyan içli bir aşk öyküsüdür deseler…

Devamını Oku

Peygamber anlayışı üzerine (Aralık 15, 2016)

Peter Hüseyin Cunz, Konya, Aralık 15, 2016 

Hamd, her vahyin ancak kendisine övgü ile mümkün olduğu yüce Allah’a dir.! Tüm övgüler arayana cemalini gösteren, görme kuvvetini bahşeden, sırları ortaya çıkaran ve peçeleri kaldıran yüce Rabbimizedir ve biz ona hamd ederiz. Allah’ın selamı ve rahmeti mübarek Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’in (SAV), ondan önce ve sonra gelen kehanet ve âyetlerin taşıyıcısı tüm peygamberlerin üzerine olsun. Allah’ın rahmeti ve selamı kendilerine. ailelerine, yakınlarına ve yol arkadaşları üzerine olsun!

 

Bu fakirden Hazreti Muhammed (SAV) Efendimiz hakkında bir şeyler yazmam istendi. Fakat bu Fakir bunu kendi mukavemetiyle degil, yüce Allah’a siginarak , O’nun yardimiyla ve izniyle düşünceleri ve deneyimleri hakkında konuşacaktır.

 

Ey kendilerine hürmetle yukarı baktığımız ve sınırlı vizyonumuz ile asla tam anlamıyla anlayamadığımız elçi ve peygamberler! Neden sizleri seven müminler arasında bu kadar çok nefret ve şiddet var? Evet, biz sizi layığınca anlayamadık ve sizi kendi idrakimizde olan kavramlarla sınırladık!

 

Peki peygamberler hakkında tartışmak ve farklı görüşleri olan insanlara şiddet uygulamayı kendimize hak görmek haddimizi aşmak değil midir? Halbuki siz peygamberler ve elçiler Allah’ın seçilmiş kullarısınız! Cenab-ı Hak sizleri kendi Nurundan ve kendine araç olarak yaratmıştır; bizim algımız bu sırrı görme kudretinde olmayabilir. “Onun (Allanın) peygamberlerinden hiç birini diğerlerinin arasından ayırmayız (hepsine inanırız), dinledik (kabul etdik; emrine) itaat etdik.” (2: 285 ayet)

Devamını Oku

RAMAZAN GÜNLERİNDE SARKITILAN MERHAMET İPİNE SARIL DA, ŞU BEDEN KUYUSUNDAKİ HAPİSTEN KENDİNİ KURTAR !

H. Nur Artıran

 

 

 

Oruç nedir? Oruç göklerden gelen, gizli görünmez bir yemeğe ilâhi bir çağrıdır. Bu orucu zembil gibi eline al, Hakk yolunda dilen de, Hakk seni rızıklandırsın. Âb-ı hayat, gönülleri yanan bahtsızları mutlu eder. Bu oruç testiye benzer, sakın ha testiyi kırma!

 

 

On bir ayın sultanı, mübarek Ramazan ayını, sultanların baş tacı olan, Hazreti Mevlânâ’mız Divân-ı Kebirde bizlere böyle anlatmıştı. Acaba, bu rahmet, merhamet, mağfiret günlerini, Hz.Pir’imiz, nasıl geçirmişti? Neler yapmıştı? Nasıl yaşamıştı ki; yüz yıllardan beri, ilk günkü yeniliği ve güzelliği hiç bozulmadan, çatlayıp kırılmadan, ilâhi nuruyla bu günlere kadar erişen oruç testisiyle, ramazanı idrak edip oruçla şereflenen herkese sâkîlik yaparak âb-ı hayat sunmuştu?

 

 

Hz. Mevlânâ, Mesnevi şerifte; “Kur’an’ın mânâsını yalnız Kur’an’dan sor. Şehvetini hevâ ve hevesini ateşe atmış, yakmış kişiden öğren. Kur’an’ın mânâsını, Kur’an önünde kurban olmuş, benliğinden geçmiş, alçalmış, âdetâ rûhu ayn-ı Kur’an kesilmiş kişiden sor” diyerek varlığımızın en önemli unsuru olan mânevi yolculuğumuz boyunca attığımız her adımda nelere dikkat etmemiz gerektiğini, birkaç beyitle en güzel şekilde açıklayarak, bizlere yol göstermiştir. O nedenle; Kur’an ahlâkıyla ahlâklanarak, en ûlvî şekilde canlı bir Kur’an gibi yaşayan, hakikat orucunun, aslının, aslının aslı olan, Hz. Mevlânâ’nın mübarek vasıfları, ancak sahibi tarafından bilinecek ibadetleri ve orucu hakkında kalem oynatmak, bu konuda sözün özünü ve gerçeğini söylemek içinde, Hz, Mevlânâ’nın aşk umanında yok olmak, daha doğrusu O olmak gerekmektedir. Kırk yıl boyuca Hz. Mevlânâ ile yaşamak ve ona hizmet etmek  saadetine erişen Sipehsâlar; Hazreti Mevlânâ’nın mânevi şahsiyeti ve yaptığı ibadetlerini anlatmaktaki acziyetini, Hz.Pir’in hayatı ve ahlâkı hakkında yazılmış en eski, en güvenilir kaynaklardan biri olan, Risâle-i Sipehsâlar adlı eserinde; şöyle demektedir: “Yâ Hazreti Mevlânâ ! senin sözlerinin güzelliğini ve letafetini kıskandığı için insanlara ölümsüzlük bağışlayan “ab-ı hayat” çeşmesi, tamamıyla utanç içine gömüldü kaldı. Artık kimseye gözükmüyor. Ey mekârim-i  ahlâkı tamamlamak için dünyayı şereflendiren  sevgili  peygamberimizin bütün güzel huylarını kendinde toplayan Mevlânâ ! Ey Kur’an-ı Kerim’in âyetlerini en güzel, en doğru şekilde açıklayan, onu en kusursuz bir şekilde yaşayan, eşsiz varlık! Ben senin vasfında ne yazabilirim? Ne söyleyebilirim ? Çünkü söz biter, fakat söylenen söz, senin vasfını kavrayamaz. Çünkü vasıfların sonsuzdur. İyi huyların haddü  hesaba gelmeyecek kadar çoktur, söylenmekle bitmez. Ağzımı bin  kere misk ile, gül suyu ile yıkadım, temizledim, fakat hâlâ senin mübarek ismini ağzıma almaya kıyamadım. Hz. Mevlânâ’nın hudutsuz ve sonsuz olan yüksek vasıflarını ki bazısını kendi gözlerimle müşahade etmiş, bazısını da duyarak, inanarak vicdânen gönlümde bulmuşumdur. Gerek bu baş gözümle gördüklerimi, gerekse gönül gözüm ile idrak ettiklerimi ucu kesik kalem gibi noksan ve âciz olan dilimle nasıl açıklayabilirim? Çünkü her bilinen görülmez, her görülen söylenemez ve her söylenende yazılamaz. Bunun delili şudur ki: Cenâb-ı Hakk’ın velilerinin her biri, yaptıkları ibadetler, iyilikler, başlarına gelen belalara gösterdikleri sabır, çektikleri riyâzatlar, mücâhadeler, gayretler ve kendi gönül aynalarını, Hakk’tan başka her şeyden temizledikleri, hasedden, hiddetten, şehvetten tamamıyla kurtuldukları için Hak Te’âlâ’nın  sıfatlarıyla sıfatlanmışlardır.Bu zayıf kul, tam kırk sene Hazreti Mevlânâ’ya  hizmette bulundum. Hazreti Mevlânâ gençlik yıllarından vefat edinceye kadar tüm ibadetlerini hiç eksiltmeden devam ettiriyordu. Yatakta mübarek başlarını yastığa koyup da yanları üzerine yatarak rahat ettiğini hiç görmedim. Allah O hazretin riyâzat görmüş vücûdunu daima harekete getirdiği, ona güç kattığı bir gerçektir. Onun uykusuzluk ve kararsızlığı içinde yaptığı ibadetleri nasıl anlatılabilir ki ” Böyle bir şey  olabilirmi ?

Devamını Oku